Geçmişten adam hisse kaparmış... ne masal şey.
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
Meşhur şiirinde böyle diyor Akif. Tarih sürekli tekerrür ediyor zira; ne yöneticiler geçmişten ders alıyor, ne de halk.
İstiklal şairimizin bugün doğum günü. Acaba onun koskoca bir imparatorluğun çöküşünün ardından, kanla yoğrulmuş bir Türkiye’nin doğumuna bizzat şahitlik ettiği zamanlarda kaleme aldığı şiirlerini hakkıyla müşahede edebiliyor muyuz?
Öncelikle Milli Şairimizi tanıyalım:
Asıl adı Mehmet Ragif olan Mehmet Akif, Emine Şerife Hanım ve Tahir Bey’in çocuğu olarak 1873 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının ölümü ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp devam ettiği Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi.
Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif'in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder.
Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn'da edebiyat dersleri vermiştir.
1893 senesinde İsmet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908′de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayınlanır.
1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı'nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti.
1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur'ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan'a gitti. Ağustos 1936′da Antakya'ya geldi. Mısır'a hasta olarak döndü.
Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul'a geldi. Hastanede tedâvi gördü. 27 Aralık 1936 târihinde vefat eden Mehmet Akif Ersoy’un Kabri Edirnekapı Mezarlığında medfundur.
Mehmed Âkif milletine ve dinine bağlı, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebiyatın ustası, her biri son derece kıymetli şiirlerin yazarı Milli şairimizdir.
Zalime, zulme boyun eğmeyeceğini şiirlerinde dile getiren Akif şöyle der:
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Ve birbirine düşen Müslümanların halini ne de güzel anlatmıştır:
Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile,
Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile.
Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir,
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.
Şiirleriyle asrımıza hâlâ ışık tutan şairimizi rahmetle anıyoruz.
Bu habere yorum yapan ilk siz olun!