Ben yurda 1974’te babam Ali Vasıb Efendi’yle döndüm. İlk defa memleketi o zaman gördüm. Babam 21 yaşında harp okulundan henüz mezun olduktan kısa bir süre sonra sürgüne gönderilmişler.
1924’ün Mart ayında sürgüne gitmeye mecbur olan 155 kişiden bazıları Türkiye’de değildi. Bazıları ise çoluk çocuğu sürgüne yollandığı için onlarla birlikte gitmek zorunda kaldı.
Sirkeci istasyonundan kalkan trenin ilk durduğu durak Sofya’ydı. Burada inenler oldu. İkinci durak olan Budapeşte’de inenler arasında annem, babam ve aileleri de vardı. Diğer bir kol ise Suriye, Şam, Lübnan, Halep ve Beyrut’a yerleşti. Osmanlı Devleti artık resmen yoktu ama pasaportumuzda Osmanlı yazıyordu.
Sultan Vahdettin San Remo’daydı. Sürgünde 37 şehzade ve 42 sultan bulunuyordu. 1930’larda halife Abdülmecid’in kızı Dürrüşehvar Sultan ve Teyzem Nilüfer Hanım Sultan Haydarabad prensleriyle evlendiler ki bu prensler dünyanın en zengin kişileriydiler.
Annem 1921’de 20 yaşındayken babamla evlenmiş. Bu izdivaca büyükbabam karşı çıkmış. Evlenmelerinin konseptini tasvip etmemiş. Zira babamın bir mesleği bir geliri yoktu. Bu yüzden onların düğününde bulunmadı.
Sürgüne gönderilecek olan Osmanlı hanedanı fertleri mallarını olabildiğince çabuk elllerinden çıkarmak için avukatlarına verdiler ya da uzak akrabalarına teslim ettiler. Fakat % 90 ı kandırıldı ve mallarına bir şekilde el konuldu. Ancak büyükbabam tüm malını mülkünü etrafındakilere hibe etti. Hibe ettiği adamlar o kadar güvenilir ve namuslu adamlarmış ki, biz geri döndüğümüzde onların torunları tüm mallarımızı bize geri iade ettiler.
Avrupa’nın asil aileleri her zaman bizim ailemizle irtibat içerisindeydiler. Hiçbir zaman bizim elimizde para bulunmadı. Hatta Abdülhamid’in oğu Paris’te parasızlıktan intihar etti. Torunu Mehmet Orhan Arjantin’de hamallık yapıyordu. Küçük oğlu Mehmet Abid Efendi Paris’te sabun sattı.
1930’larda Avrupa’da 2. Dünya Savaşı havası esince ailenin bazı fertleri Müslüman ülkelere gitme kararı aldı. Bir çoğu Mısır, Suriye ve Lübnan’a yerleşti. Bizim ailemiz Mısır’a geçti. O dönemde Kavalalı Mehmet Ali Paşa iktidardaydı. Paşanın sülalesinin ailemizi büyük saygısı vardı. Çünkü uzun süre Osmanlı’nın valisiydiler. Fransa’da harp başlayınca Mısır daha rahat bir ülke haline geldi. Mısır’da yaşayanların refah seviyesi Avrupa’dakilere göre daha yüksekti.
Biz her sene Lübnan’a gidip büyükbabamın babasını ziyaret eder elini öperdik.
1952 de kral Faruk tahttan indirilip yerine Cemal Abdünnasır geçti. Ve bizim düzenimiz bozuldu. Çünkü Mısır hanedanı ailemize yardım ediyordu.
1956’da Mısırlılar evimizi basıp bizi hapse götürmek istediler. Çünkü hepimizde Fransız pasaportu vardı ve dolayısıyla bizi düşman görüyorlardı. Onlara Fransız tebası olmadığımızı anlattık. Ve ben 1950’lerin sonunda Mısır’ı terk ederek İngiltere’ye yerleştim.
Bu arada hanedanda ilginç olaylarda yaşandı. Dayım Ortadoğu’daki krallarla irtibatı vardı. Hanzade Sultan’ın kızı Fazıla adlı yeğenimi Bağdat’ta Kral Faysal’la evlendirebilmek için kralla görüşmeye gitti. Fakat 1958’de ihtilal oldu. Abdülkerim Kasım adlı general kralı öldürdü. Dayım Namık Bey’i de tutuklayıp hapse attılar ve dayım orada vefat etti. Öncesinde Mısır’a defnedilmişti ama sonra naaşını 2. Mahmut türbesine aldırdık.
Diğer aile efradının çoğu ise Sultan Reşat türbesinde medfundur. Burada vefat etmeyenler bile orada yatmaktadır.
Teyzem Emel Hanım Sultan’ın annesi Rukiye Sultan Budapeşte’de çok genç yaşta evlendi ve orada vefat etti. Kocası Sokolluzade eşi vefat ettiği için kanunen yurda dönebilirdi ama henüz birkaç aylık kızı sultan olduğundan dolayı yine yasaklı durumuna düşüyordu. Bu yüzden Sokolluzade onun bir hanım sultan olduğunu saklayarak memlekete geri dönüyor. Türkiye’ye illegal yollarla dönen ilk hanedan ferdi Emel Hanım Sultandır. Ama uzun yıllar o bu ünvanından haberdar olmadı. Çok yaşlı ve hala Türkiye’de yaşıyor.
Şeb-i Aruz dolayısıyla içişleri bakanlığının davetiyle 10 şehzade olarak Konya’daydık. Konya Üniversitesi’nin daveti üzerine hepimiz orada birer konuşma yaptık. Ben kısa bir hikaye anlattım:
20 yaşında Türkiye’ye henüz gelmesi yasak olan bir şehzade genç eşini de alıp kırık dökük bir arabayla Viyana’dan kalkıp Avusturya pasaportuyla Türkiye Edirne sınırından yurda giriş yapar. İstanbul’dan geçerek Şam ve Bağdat’a gittikten sonra aynı yoldan geriye döner. Neden böyle bir şey yaptığı sorulduğunda ise şu cevabı verir: “İlk gerçekleştirmek istediğim Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları Viyana’dan Bağdat’a kadar gitmekti. Bu insanlar Türkçe bilmemesine rağmen içlerinde müthiş bir vatan sevgisi barındırmaktadırlar.
Şehzade Osman Osmanoğlu’nun konuşması sona erdikten sonra katılımcıların sorularını cevapladı. O sorulardan bir kaçı:
"Hanedan mensuplarından bazıları neden Türkçe bilmiyor?"
Ana dil diye bir kavram var. Çocuklar anneleriyle büyüyorlar. Anneleriyle daha çok vakit geçiriyorlar. Avusturyalı şehzadenin annesi de Avusturya’lıdır. Ya da bir diğerinin ki Mısır’lı. Anne Türk olmayınca ve evde Türkçe konuşulmayınca öğrenilmesi de zor oluyor. Benim çocuklarımın da annesi İngilizdir. Onlar da dilimizi çok iyi bilmez. Ama dinlerini çok iyi biliyorlar.
"Padişah idam edilme riskine rağmen gitmeseydi ne olurdu?"
Bazıları Vahdettin’in yaptığını tasvip etmiyor. Fakat İngilizler “Sen gitmezsen Rum askerini buraya çıkarırız” diye tehdit etmişler. Ayrıca şunu da unutmamak lazım. Yavuz Sultan Selim olsa gitmezdi.
Sabiha Sultanı Mustafa Kemal Paşa istemiş ancak Sabiha sultan Ömer Faruk efendi’ye aşık olduğu için reddetmişti. Bazen annem ve onun gibi düşünenler Sabiha Sultan’a “ Bu adamla evlenseydin başımıza bu belalar gelmezdi” diye takılırlardı.
Program sonunda şehzade Osman Osmanoğlu kitaplarını imzaladı.
Haber: Özlem Doğan
Bu habere yorum yapan ilk siz olun!