Suriye tarih boyunca çeşitli medeniyetlerin hakimiyetinde kalmış, 1946’da Fransa’dan bağımsızlığını kazanmış, arap devletleri arasında yönetimi laik olan tek devlettir.1963 yılından itibaren iktidarda Baas Partisi, son 42 yıldır Esad ailesinin fiilen yönetimindedir. Özgürlükler ve yönetimin halkça paylaşılması isteklerine kulak tıkayan Baas yönetimi ülkenin çoğunluğunu oluşturan suni nüfusu karşısına almaktan çekinmemiştir. Ancak Suriye’deki durum sadece yönetime dahil olmak isteyen suni bloğun protestolarımıdır yoksa arap baharının batı dünyasınca desteklenen halkın son demokrasi direnişimidir? Eğer öyle olsaydı Bahreyn şii ayaklanmasına tanklarla müdahale eden ve asker yollayan Suudi’ler en azından Avrupa’nın tepkisini çekerdi. Bunun sunni-şii nüfuz mücadelesi olduğu ve tarafların bölgesel ve küresel anlamda güçlü devletleri arkalarına alarak bu bilek güreşine devam ettikleri aşikardır.
Suriye’de yaşanan iç savaşın gidişatı ve tarafların mücadelesi yavaş yavaş sıradanlaşmakta ve bizden uzaklaşmaktadır. Bunun Türkiye ayağındaki sebebi açıkca dile getirilmesede PKK’nın agresif tutumu ve batı’ya doğru kaydırdığı eylemlerlerdir. Kuzey Irak’ta kürtlerin bağımsızlığın sadece bir adım gerisinde olması, Suriye kürtlerinin ülkenin kuzeyinde kendilerine (şimdilik) yarı otonom bir alan kontrolü sağlaması PKK’yı “acaba biz de başarabilirmiyiz?” sorusuna ve en kötü yanılgılarına doğru sürüklemektedir. Örgüt yapılanmasında çok başlılığın olduğu Karayılan ve ekibinin bekle-görpolitikasına karşı, Fehman Hüseyin’in dağ kadrosunu adeta kamikazevari saldırılarla Türkiye’ye doğrultması PKK içinde de denge problemi yaratarak, Başbakanın Kuzey Irak lideri Barzani’yi alt kanallarla uyarmasına yol açmıştır. Örgütün eylemlerinde teknik ve taktik alanda daha profesyonel izlere rastlandığı devlet yetkililerince de dile getirilerek Suriye ve bağlı gizli servisi El-Muhaberat açıkça suçlanırken, Suriye yönetimi de muhaliflerin silahlanması, yaralananların tedavi edilmesinden ve bakımından açıkça Türkiye’yi suçlamıştır. Bölgede terör örgütüne destek verdiğinden şüphelendiğimiz tek ülke Suriye değildir üstelik. İran, pers mirasından kalma rolü, geleneği ve şii etkisiyle önemli bir bölgesel oyuncudur. Kürecik NATO radarı ile soğuk rüzgarlar esen ilişkilerde Suriye iç savaşında açıkça muhaliflere destek vermek İran tarafından karşılıksız bırakılmayacaktır elbette.1980 ve 1990’ların sonuna kadar olduğu gibi İran, terör örgütünü gizliden destekleyecek Türkiye’nin elini bölgede zayıflatmaya çalışacaktır. Suudi Arabistan’ın, sünni bloğunda Türkiye’yle ittifak yapmak için sahaya inmesiyle kare tamamlanacak ve bilek güreşi başlayacaktır. Bir de olayları tribünden izleyip sessizce izleyen, kurtların birbiriyle savaşıp yorulmasından faydalanacak bir İsrail gerçeği vardır. Herkes İsrail’in Esad’ın düşmesini dileyen ve bu uğurda muhalifleri destekleyen bir politika izlediğini zannederken İsrail aslında Esad’ın bunca zaman direnmesinde en önemli faktördür.
Sebepleri ise oldukça açık ve anlaşılabilirdir. İsrail’de güney batısındaki Mısır’da Mübarek’in devrilip yerine Müslüman kardeşler üyesi Mursi’nin iktidara gelmesiyle oluşan belirsizlik ve huzursuzluk Suriye’de olası radikal İslami grupların iktidara gelme ihtimali ile daha da derinleşmiştir.El Kaide ve Selefiler gibi grupların Esad’ın devrilmesiyle yönetimde yer alacakları veya en azından daha etkili bir güce dönüşme ihtimali, İsrail’in kuzey- kuzey batısında kocaman bir Hamasistan gerçeğini görmesine engel değildir.Bundan dolayı İsrail’in Suriye politikası bekle-gör değil, “bekle-müdahaleye hazır” ol dur. Ancak İsrail’in olası İran nükleer tesislerine nokta saldırıları yapacak olma ihtimali , bununla birlikte İran’ın desteklediği Esad rejimini kötünün iyisi olarak saymasına engel değildir.
Batı Avrupa’nın bu girdaba girmekteki isteksizliği Türk makamlarınca tepki çekmekte ancak içinde bulundukları durum, ekonomik krizler ve Birleşik Avrupa’nın çok başlılığından kaynaklanan tarihi kararsızlığı ile açıklanabilir. İngiltere Ortadoğu’nun sınırlarını çizen ülke olarak Suriye’nin İran, Şii Irak ve Rusya destekli olmasının, müdahaleci ülkeler için durumu gaya kuyusuna çevirdiğinin farkındadır. Fransa Sarkozy sonrası agresif dış politikayı terk edip diplomatik kanalları daha fazla çalıştırmaya başlamıştır.
Sonuç olarak Türkiye bölgesel anlamda son yıllarda hızla güç kazanırken bu gücünü artık test etmeli ve sürekli uyaran kınayan diplomatik geleneğinden sıyrılıp ulusal güvenliğiyle ilgili problemlerde askeri çözümler dahil olmak üzere agresif bir dış politikaya geçmelidir.1974 Kıbrıs harekatından bu yana Türk ordusu sınırlarımızı başka bir devlete karşı savaş amacıyla geçmemiştir. Türkiye bunu tam anlamıyla başarır ve ortadoğuyu biraz bile manüpile edebilirse emperyal devlet olma yolunda dev bir adım atacaktır. Emperyal devlet olma fikri toplumun önemli bir kısmına ters gelse de büyük devlet olmanın mutlak gereğidir.Buna bir sonraki yazımda değinerek değişen dünya dengelerinde sırasını bekleyen değil sırayı bozan Türkiye’ye değineceğim.