“Kalem sıcak ülkelerden elde edilirdi”
Kalemin oluşumuna değinen Derman; Osmanlı’da kâğıdın çoğunlukla Orta Asya ve Avrupa’dan getirildiğini belirtti. Alim ve eserlerin tanığı kâğıt ve kalemin yapım aşamalarını katılımcılarla paylaştı.
"Şaheser çalışmaların yazı aracı kalem, sıcak ülkelerin göl ve ırmak kenarlarında sazlıklarda oluşurdu. Kalemtraş ile ağzı eğri olarak kesilir hattat kalemin ağzı yıpranana kadar kullanılırdı."
Kağıdın un, nişasta ve taze ceviz kabuğunun kaynatılmasıyla birlikte nohudi bir renk alıp, yumurta akıyla cilalandıktan sonra en az 6 ay gibi süreçte bekletilip aher ve mühre işlemi bittikten sonra zorlukla elde edildiğini ifade etti.
“Kâtip ve hattatların yazı üslubu”
Osmanlı döneminde hattatların, kâğıtların önceden hazırlanıp satıldığı kağıtçılar çarşısından bir mushaflık kağıt aldıklarına dikkat çeken Derman, eskiden masa olmayışından dolayı hattatların, kâtiplerin eserlerini yazarken kâğıdı 90 derecelik dik açı ile görmesi gerektiğini, müelliflerin dizlerini dikerek mukavvanın üzerine koydukları kağıdı yazmaya başladıklarını söyledi. Osmanlı dönemindeki alimlerin yazı işini son derece dikkat ve özenle icra ettiklerini belirterek, 400 Mushaf-ı Şerif yazan Kur’an-ı Kerim hattatlarından Ramazan Efendi’nin sabah namazından öğle namazına kadar yarım cüz yazdığını ve bu süre boyunca sadrazam dahi gelse kesinlikle yazma işlemi bitene dek kimseyi kabul etmediğini sözlerine ekledi.
Panelin konuşmacılarından Yrd. Doç. Dr. Muharrem Varol ise 'Operatör Türk Dervişleri' konusuna değindi:
“Tekkelere bakış açımız değişmeli”
“Hattatlık yapan, müstensihlikle geçimini idame ettiren birçok Sufi’nin dışında, tefsir, fıkıh, hadis ve hatta tıbba dair risaleleri telif eden şeyh efendilerde vardı. Matbaanın serencâmına baktığımız zaman özellikle II.Mahmud döneminde padişahın gayreti ve desteğiyle tekrar canlandığını görebiliyoruz. Ciddi anlamda matbaacılık yapan Şeyh Yahya Efendi ‘de bir çok eser yayınlamıştır. İstanbul’da matbaacılık yapan diğer bir tekkede Sokullu Mehmet Paşa Camii’nin karşısındaki Özbekler Tekkesi’dir. Şeyh Süleyman Efendi 1870’li yılların ortalarında tekkede bulunan dervişlere taş baskı fennini öğretmek için matbaayı amire’den değişik destgâh parçaları veya madeni harfler istediğini ve bu isteğinin karşılandığını biliyoruz. Bir Bektaşi tekkesi olan Karyağdı Baba tekkesinde Necip Baba’nın bir matbaasının olduğunu ve bu matbaada ‘Cavidan’ adlı eseri bastığını ve sattığını görüyoruz. Modernleşme süreci içinde tekkelere biçilen klasik formatın bence artık geçerli olmayacağını rahatlıkla söylememiz mümkün. Sâlnamelere geçen matbaa sayısı 50-60 civarındayken, matbaaların yedi tanesinin tekke matbaası olması çok önemli bir yekün teşkil eder.”
İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim görevlisi İrvin Cemil Schick, moderatör Berat Açıl’ın deyimiyle; kâğıttan taşan boyuta, satırların ötesinde yazıyla kurulan bağımıza değindi:
“Süleymaniye Camii bir bakıma kitaptır.”
“Her yüzeyi yazılarla donatılmış olan Süleymaniye Camii bir bakıma kitaptır. Dolayısıyla dört bir yanında kitâbeler barındıran İstanbul şehri kocaman bir kütüphanedir. Türlü türlü giysiler giydiğimizde de yazı yazmış oluyor muyuz? Hatta kâinatın bütünü de bir yazılı metindir. Allah’ın ayetlerini bu metinden okumak da müminlerin vazifesidir.”
Osmanlı toplumunda resim yasağına rağmen minyatür çalışmaları yapıldığına değinen Cemil Schick, camii duvarlarına yazı yazılmasının da zamanında tartışma konusu olduğuna değindi. Müminlerin dua ederken dikkatini dağıtabilecek her türlü süsün kerahatinin daha hayırlı işlerde harcanacak olan paranın camii süslemesine harcanmaması gerektiği vurgulandığı bilgisini aktardı.
Bu habere yorum yapan ilk siz olun!