Tarihi Yarımada’ya Doğa Tarihi Müzesi

İstanbul Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü tarafından açılan Jeoloji Müzesi, Türkiye’deki jeoloji eğitimine katkılarını, bu konudaki ilk ve öncü kurum olmanın sorumluluğunun bilincinde olarak, sürdürmektedir. Türkiye’nin gözbebeği Jeoloji Müzesi’ni Prof. Dr. İzver Özkar Öngen’den dinleyelim…

18 Haziran 2012 11:45
Jeoloji Müzesi’nin kuruluşu… 

İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesinin ilk kuruluş aşamasına öncelik eden 1915 yılındaki kurucularımızdan Doç. Dr. Walter Penck ve Ordinaryus Profesör Hamit Nafiz Pamir’in büyük katkılarıyla Jeoloji Enstitüsü kurulur. O dönemlerde Alman hocaların Jeoloji eğitiminde koleksiyon ve jeolojik materyalin önemine bakışları farklıydı. 

Bilimsel çalışmalarda ve eğitimde materyallerin çok önemli olduğunun bilincindeydiler, Almanya’dan ve Avrupa’dan öğrenciler için mineral, kayaç ve fosil örnekleri getirterek, amaçları araziyi ve doğayı öğrencinin önüne sunmak ve arazide karşılaşabilecekleri problemleri, doğayı daha rahat tanıyabilmelerini sağlamaktı. 

Jeolojinin ilk temelleri 1915’te atılır. Bu temellerle birlikte çeşitli koleksiyonlar oluşturulmuştur. 1918 yılında Jeoloji bölümü Vefa’da eğitime başlar ve o süreçteki eğitimler enstitü şeklinde olup, 1918’de Vefa yangını ile birlikte Jeoloji eğitimine bir süre ara verilir. 

Enstitü başka bir yere taşınır ve başka bölümlerin himayesi altında eğitime devam eder. 1940’lı yıllarda Zeynep Hanım Konağı’nda Jeoloji eğitimi sürer. 1942’de ise büyük bir talihsizlikle Zeynep Hanım Konağı’nda çıkan yangınla birlikte koleksiyonlar, kitaplar yanar ve Enstitü Süleymaniye’ye taşınır. Eğitime orada devam eder. 

1945’li yıllarda Fen Fakültesi binasında bir bloğa yerleşerek eğitime başlar. Orada da müze olayı tekrar başlatılır. Cumhuriyet sonrası dönemde hocaların büyük bir kısmı doktora çalışmaları için yurt dışına gönderilir. Yurt dışında bilimsel materyallerin önemini kavradıklarından müzedeki eksik materyallerin satın alınarak tamamlanmasını önerirler ve burada görülen birçok örnek, o dönemlerden kalma satın alınmış veya armağan edilmiş örneklerdir. 

45’li yıllardan itibaren Müze Fen Fakültesi binası içinde bir katta yer aldı. Ama o katı herkes ziyaret edemezdi, demir kapıları vardı. Burada müze varmış derdik, hocalarımız senede bir kez gezdirirdi. Müze çok kıymetli ve gizemliydi. Sınavlarda müzeden örnek çıkartılıp sorulurdu ve bunlardan sorumlu olurduk. 

1990 yılında Avcılar yerleşkesine taşındık. O zamanlar yeni doçenttim. Müzeyi taşıma görevi bana verildi. Asistanlarla birlikte toparladık ve her objeyi etiketleriyle poşetleyerek buraya getirdik. Geldiğimizde büyük bir hayal kırıklığı yaşadık. Çünkü müze için ayrılmış bir mekân yoktu. Şu an içine bulunduğumuz alan ardiye olarak kullanılıyordu. Uzun zaman dolaplar dışarıda kaldı ve kimse ilgilenmedi. Bizden büyük bir hocamıza bu görev verilmesine karşın 9-10 yıl müzemiz olmadan geçti. Taşınma sırasında hiçbir zaiyat olmadı. Taşındıktan sonra 10 yıl hiç kimsenin ilgilenmemesi ile birçok örnekler kayıp oldu. Farklı bölümlerdeki öğrencilerin elinde örneklerimiz oyuncak oldu. Bu bizler için çok üzüntü kaynağı idi. Müze materyalleri büyük bir zarara uğradı. Ve bu arada Marmara depremi de oldu. Deprem sırasında depremin getirdiği sıkıntı ile beraber örnekler iyice karıştı. 

Müze yeniden doğuyor 

Fakültenin deprem sonrası güçlendirilmesi projesi kapsamında müzeyi projelendirme ve yeniden yapılandırma için bölümce bir karara vardık. İÜ Araştırma fonundaki bir arkadaşımızın önderliği ile ve yürütücü olarak görevin bana verilmesi ile projeye başlandı. 

Arkadaşların önerisi doğrultusunda sahiplendiğim bu proje kötü koşullar altında başladı. Örnekler çok dağınıktı ve kimse bu işe yardımcı olmak isteğinde değildi. Çok az bir sayıdaki meslektaşlarım, eşim, her Anabilim dalından genç arkadaşlar ve öğrenciler ile birlikte bu işe başladık. Dışarıdan sponsor desteği ile burayı kalkındırdık. Objelerin temizlenmesi, gruplandırılması işlerinde öğrencilerimizden çok yardım aldık. Gönüllü genç arkadaşlar da bizlere çok yardımcı oldu. Proje 2000 yılında başladı, ancak fakültenin güçlendirilmesi çalışmalarından dolayı 2-3 yıl aksadı ve 2003’ten itibaren yoğun olarak çalışmaya başladık. 2005 yılında bu özverili ve gayretli çalışmanın sonucunu aldık. 2005 Kasım ayında proje sonlandırılarak müze 4. kez yeniden hizmete açıldı. Yaşadığımız zor koşullar keşke olmasaydı da kaybolan örneklerimize bugün sahip olabilseydik. 

Müzelerde örnekleme ve sergileme bir uzmanlık işidir. Her Paleontolog ve Mineralog’un sorumluluğu farklı olmasına karşın bu büyük sorumluluğu yeterli eleman olmaması nedeniyle üstlenmek zorunda kaldım. Örneklerin sistematik olarak isimlendirilmesi ve sergilenmesi konusunda uzmanlardan da yararlandım ve bu işi büyük bir sabır ve yürekle yürüttüm. Maalesef iyi bir şeyler yapmak ve başarmak her zaman için çok zordur. Yan etkiler olmaksızın enerjinizi sadece çalışmaya yoğunlaştırırsanız çok daha başarılı olabilirsiniz. Bu konuda ben şahsen yüreğimi ortaya koydum. Müzecilik yürek, emek, sabır ve birikim işidir. Dışarıdan müze kurmak çok kolay gözükse de bu taşın altına elini koyabilecek her kişiye saygı duymak lazım. Uzaktan ahkâm kesmek, bilgi olmadan fikir yürütmek her zaman için çok yanlış ve tehlikelidir. Bu işe gönlünüzü koyamazsanız hiçbir şeye varamazsınız. Prensip olarak sorumluluk aldığım her görevi zamanında ve başarılı bitirme misyonunu sahiplendiğimden müzemizi ileriki nesillere daha geliştirilmek üzere bırakmayı amaç edindim. Bu bağlamdaki ilk hedef müzenin kurumsallaşmasıdır.

“Kurumsallaşmada öndeyiz” 

Müzemizin yangınlar ve depremden sonr 4. kez yapılanması inşallah son olur ve büyür. Müzenin kalıcı olabilmesi için, bu bayrak yarışında gençleri yetiştirip bu sevdayı aşılamak en büyük arzum. Biz bu müzede toplum hizmeti de yapıyoruz. İlk yıllar derslerimin dışında ilkokuldan-üniversite öğrencisine kadar bizzat jeolojiyi, doğayı ve müzenin toplum üzerindeki önemini severek tanıtıyordum. Ama şimdi sorumluluk yine bende olmak üzere genç bir kadromuz oluştu ve bu hizmeti birlikte yürütüyoruz. Müzenin yaşaması ve kurumsallaşmasında İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü, Müze koordinatörlüğü altında bizlere büyük destek veriyor. Müze Koordinatörlüğü’nü yürüten hoca Prof. Dr. Fethiye Erbay bizlere destek çıktığı gibi İstanbul Üniversitesi bünyesindeki 18’e yakın müzeleri de kurumsallaştırma çabası içindedir. Bu müzeler içinde kurumsallaşma aşamasında öncü olan Jeoloji Müzesi’dir. Çünkü prosedür için tüm şartları sağlamaktayız. Kültür Bakanlığı’nın bize vereceği direktifler doğrultusunda müzemizi yeniden düzenleyip tescil olacağız. Buradaki amaç; bu örneklerimizin kayıt altına alınıp kaybolmaması ve ileri kuşaklara jeolojik ve bilimsel miras olarak aktarılmasıdır. Müzenin sahip olduğu özellikle Paleontoloji örnekleri doğada nadir bulunan ve parayla yerine konulmayacak örnekler olduğundan çok değerlidir. 

Bilimsel Koleksiyonlar 

Müzemizin en önemli varlığı bilimsel koleksiyonlarımız derken, eski çalışmış hocalarımızın araziden toparladıkları doktora, yüksek lisans, proje örnekleri ve koleksiyonlarıdır. Bu koleksiyonlardan bazılarını verecek olursak; hepsi refere edilmiş, uluslararası makalelerde İstanbul Üniversitesi’nde … envanter numarası ile korunuyor diye geçmektedir. Bunlar içinde en önemli koleksiyon; Almanya -Münih Palaentoloji Müzesi’nde çalışan ve yaşı 80’e yaklaşan Neriman Rückert Ülkümen’e ait balık örnekleridir ( Doktora koleksiyonu). Bu paha biçilemez koleksiyon Avrupa’nın da 3. balık koleksiyonudur. Prof. Dr. Atife Dizer’in Türkiye Nummulit koleksiyonu da bizdedir. 12 bine yakın örnek bu koleksiyondadır. 2 bin tanesi mikro fosil yıkama örnekleri, bir kısmı ise ince kesitler olup, çok değerli bilimsel bir koleksiyondur. Prof. Dr. Nuriye Pınar Erdem’in Adapazarı denizkestanesi koleksiyonu da müzemizde 2 yıldan beri yer almaktadır. İlk kadın jeologlardan olan Pınar Hanım İstanbul Üniversitesi kökenlidir. Ancak; koleksiyonu Yıldız Teknik Üniversitesi’nde idi. Ölümünden sonra koleksiyon sahipsiz kalınca resmi yazışma ile koleksiyon tekrar ait olduğu İstanbul Üniversitesi’ne geri kazandırıldı. 

Müzenin tanıtımı eksik 

Tanıtım destekle yapılır. Müzedeki bilimsel koleksiyonların genç araştırmacılara tanıtımı ve duyurulması üniversitemiz ve bölümümüz açısından çok önemli ve gereklidir. Çünkü müzeyi gezmeden, mevcut koleksiyonların varlığını bilmeden, nereden geldikleri, kökeni hakkında bilgi sahibi olmadan maalesef fikir beyan eden bazı meslektaşlarımız bulunmaktadır. Üniversitesini tanımadan, eksik ve yanlış bilgileri ile toplumu ve bizleri hayal kırıklığına uğratmaktadırlar. Onları da buraya davet ediyoruz. Buradaki emeği ve birikimi tanımalarını, bu jeolojik mirası meslek etiği açısından sahiplenmelerini, görme ve öğrenmeleri ile doğru algılamalarını arzu ederiz. İstanbul Üniversitesi Jeoloji Müzesi bir mirastır. Çünkü ülkemizde başka bir Jeoloji Müzesi yoktur. Teknik Üniversite’nin Jeoloji Koridor Müzesi vardır. Onların Doğa ve Bilim Tarihi Müzesi oluşturma projeleri vardı ama gerçekleşemedi. İÜ jeoloji Müzemiz’e el birliği ile sahip çıkalım. İstanbul Üniversitesi çok özel müzelere sahiptir. Botanik bölümü bu konuda iyi atılım yaparak müze gibi bahçeler oluşturmuştur. İstanbul Üniversitesi olarak büyük potansiyele sahibiz. Kendi içimizde bile bir doğa tarihi müzesi oluşturabiliriz. Bütün çekirdek müzeler hâlihazırda var, ancak onları olgunlaştırmak, yenilemek için gönüllü çalışacak kişilere ihtiyaç bulunmaktadır. Çok büyük bir zenginliğe sahibiz ve büyük bir üniversiteyiz. Bunun değerini bilmemiz gerekir. Eski değerli hocalarımızdan kalan bilimsel miraslara sahip olmamız ise ayrıca büyük bir şanstır. 

“Müze bir kültürdür” 

Müze bir kültürdür. Avrupa’da nereye giderseniz gidin bütün ülkelerde küçük çocuklar anne babalarıyla, öğrenciler ise öğretmenleriyle müzelerde gezdirilir. Bu kültürün erken yaşta aşılanması lazımdır. Bizde böyle bir kültür ise ne yazık ki yoktur. Müzeler, çocuklara ve topluma sergiledikleri objelerle öğrenmeyi öğreten, sorgulatan, eleştirel aklın gelişimini sağlayan ve kültür amacıyla kurulmuş yerlerdir. Doğa Tarihi Müzeleri’nde doğayı, doğa bilimlerini, fosil-mineral ve kayaçları çok güzel öğretiyorlar. Doğayla iç içe olan insanın doğanın kıymetini bilmesini ve korumasını sağlıyorlar. Animasyonlarla örneğin; zaman makinesi karşısında kıtaların ve okyanusların oluşumu ve nasıl evrildiğini ve nasıl evrileceğini oyunla öğrenebiliyorlar. 

Evrimin şahidi: Yeryuvarı 

Müzelerde en önemli şey evrim kayıtlarıdır. Jeolojik ve evrim kayıtlarını barındırırlar. Evrim her yerdedir. Çünkü dünya evriliyor Müzelerin bir işlevi de Dünya evrimi ile yaşam evriminin birbirini tamamladığını göstermesidir (atmosfer, okyanuslar, karalar ve tüm canlılar bir bütün olarak ele alındığında anlamlıdır). Evrim bir süreçtir, müzeler bu sürecin de kayıtlarını gösterirler. Bu bakımdan müzeler çok önemlidir. İnsanların somut gerçekleri görmesi, öğrenmesi, eğitilmesi toplumun sağlıklı düşünen bireylerden oluşması için çok önemlidir. 

Çocuklar ve Müze 

Müzelerde maketler, kitaplar, yazboz oyunları, animasyonlar, çeşitli oyun makineleri olabiliyor. Bu tanıtımda bir esastır ve müzecilikte bir bütünün parçasıdır. Büyük müzelerde, örneğin Viyana Doğa Tarihi Müzesi’ne giren bir çocuk mikroskop ile ışınlı tek hücreli fosil preparatları inceleyebiliyor. Müzelerde çocuklar için ayrılmış özel köşeler bulunmaktadır. Bunlar devletin bir politikası olup çocuk gelişiminde, öğrenmeyi öğretmede ve dünyaya bakışta farkındalık yaratma amacı gütmektedir. 

Müze’ye ziyaret 

Müze olarak bireysel ve okul ziyaretlerine açığız. Randevu karşılığı sağlıklı gezdirebilmek için 30 kişilik grupları aşmıyoruz. Görsel salonda jeolojiyi tanıtıcı animasyon filmler izletebiliyoruz. Senede 25-30 okul ziyareti oluyor. Bireysel olarak ziyaretçi sayımız 1500 kişi civarındadır. 

Jeoloji’de dersler 

Bölümümüzde ders uygulamalarının bir kısmını müzede yapıyoruz. Müze sevgisini öğrencilere aşılamaya çalışıyoruz. Öğrencilerimize ezbere dayalı olmayan, araştırmaya yönelik çalışmalar yaptırarak örneğin; ayın fosili gibi posterler hazırlatarak onları motive ediyoruz ve müzede sergiliyoruz. 

Büyük eksiklik: Doğa Tarihi Müzesi 

Ülkemizde hala tam anlamıyla bir Doğa Tarihi Müzesi’ne sahip değiliz (Ankara MTA Müzesi haricinde). Üniversitelere, bilim adamlarına ve ilgili devlet birimlerine büyük görev düşmektedir. Dünyada mega kentlerdeki tüm Doğa Tarihi Müzeleri herkesin ve yabancıların kolay erişebileceği, şehir merkezi yerlerinde yer alır ve tarihi değeri olan çok özel binalardan oluşur. İstanbul’da nerede bir Doğa Tarihi Müzesi oluşturulmalıdır diye düşünsek bu müzenin ulaşılabilirlik açısından mutlaka tarihi yarım ada içinde yer alması gerekmektedir. Sirkeci’deki Büyük Postahane binası ya da Sultanahmet’te eski Tapu Dairesi binaları görkem ve mimarileriyle birer örnek olabilir düşüncesindeyim (Dış görünümü ve ihtişamı ile tam bir Doğa Tarihi Müzesi olabilecek binalar). İstanbul tarihi ile bir dünya kenti olup tektir. İstanbul’umuzu güzel bir Doğa Tarihi Müzesi ile taçlandırmamız ve bu müzeleri ülkemizde yaygınlaştırmamız çok olumlu olur düşüncesindeyim.
Kaynak : HaberMRT
Bu Haber 131 defa okunmuştur.
 
Yorum Ekleyin